Sayfalar

15 Şubat 2015 Pazar

Cinsel Organını Kontrol Edemeyen Bir Toplum

Bugün tüm medyada Özgecan vardı ve ben de tüm gün kafamın bir kenarında şu soruları sordum:  Neden insanlar tecavüz ederler? Nasıl bir toplum oluşuyor? Neden bu kadar kolay tahrik olan bir toplum var.?   Neden Türkiye'de cinsel sorunlar rahatlıkla konuşulmaz?Neden cinsellik insanlar için önemli.
Bu soruları kendimce cevaplarını buraya yazarken kendi içimdekileri de dökmek istedim. Bir hata yaptıysak şimdiden affola....

İlk önce cinsel sorunların konuşulmasından başlıyım

Neden Türkiye'de cinsel sorunlar rahatlıkla konuşulmaz?           

Cinselliğe fazla yükleniyoruz ve onlara çözüm ararken rezil olmaktan korkuyoruz.Hatta o kadar korkuyoruz ki cinsel sorunlarımızı gazetede ne olduğu belirsiz bir Haydar Dümen'e soruyoruz.Gerçi bunu yine halka açmak iyi sayılır.Ya çekingen insanlar belki çok yakın arkadaşına, belki akrabasına soruyor ya da internetten öğrenmeye çalışıyor. Ancak sordukları kişilerden hiçbiri ne psikoloji biliyor ne de tıbbi bir bilgisi var hatta hiçbir bilgisi olmayıp karşısındakini alay edercesine söylerler laflarını.

Bu Cinsel sorunlar yine bir nebze söylenebiliyor. Ama başka bir cinsel sorun asla söylenmiyor insanların içinde kalıyor: "Sapıklık". Belki bu yazımı okuyan kişiler sapıklık bir sorun mudur diye düşünebilir.Bence bu sorun hatta büyük bir sorun.


Keşke ülkemizde insanlar gerek psikolojik gerek cinsel sorunlarını rahatlıkla psikologlar eşliğinde çözmeye çalışsa ya da bunları rahatlıkla dile getirip çözüm aransa.Bunlar olmalı çünkü insanın içinde en ufak bir şüphe olduğunda bunları gidip asıl sorması gereken kişiye sormalı.Ama Türkiye'de insanlar hem psikolojik sorunlarını hem de cinsel sorunlarını en son aşama da sorarlarsa sorarlar.Tabi bu da küçük bir kesim.

Gelelim neden cinselliğin rahatlıkla konuşulmadığına.Lafımı düzelteyim neden cinsel sorunlar rahatlıkla konuşulmuyor.Bu cümlemi özellikle böyle yazdım çünkü erkekler arasında cinsellik rahatlıkla konuşulur hatta konu bakımından futbolla yarışıyor. kızları bilemiyorum :) Tabi futbolu açıkça konuşuyoruz.Sebeplerden biri bu cinselliği erkekler konuşur ama alaycı şekilde. Cinselliği bu kadar önemseyen bir toplum neden bu konuları alaycı bir şekilde konuşuyor bilemiyorum.

Sebeplerden biri de eğitim, burada eğitimden kastım ilkokul ya da üniversite eğitimi değil cinsel eğitim.Gerçi bir üniversite eğitimi almış bir kişinin ergenlikten sonra kızlarla aynı ortamda durmuş olmasını düşünürsek bu konuda bir nebze daha iyi olabileceğini düşünseniz de tam olarak doğru değil. Ben bile "üniversitede kız ayarlama" ile ilgili tacizsel lafları duyuyorum. Örneğin kız arkadaşın var mı sorusuna hayır cevabını verince "üniversitede okuyorsun nasıl olmaz kızlar hazır kıta bekliyor" hatta daha da ileriye gidip üniversitede bulmuş birini yatmışsındır diyenleri bile duydum.Yani toplumun bir kesimi üniversiteyi sex yapılacak yer, üniversitede okuyan kızları da sex işçisi olarak görüyor.

Neyse konuyu dağıtmayayım da cinsel sorunların konuşulma olayına dönelim.başka bir sebep bence erkeklik lafının bir organa bağlı kalışı. Eğer erken boşalma yaşıyorsa bir erkek erkek değildir anlayışı ya da  cinsel organının büyüklüğüyle ilgili yapılan şaka yollu laflar.

Neden bu kadar kolay tahrik olan bir toplum var??

Başka bir sebep ise erkektir yapar anlayışı. Kızlara laf atılmasını normal görerek erkektir yapar diyerek başta sözsel tacizi normalmiş gibi gösterilmeye çalışılıyor. Sözsel tacizin devamı davranışsal taciz olması da kaçınılmaz.

Bence diğer bir sebep ise insanların filmlerde gördükleri insanlar özenmesi. Bu özenti, sadece lüks bir hayata ya da oradaki kişilerin güzelliklerine olan özenti değil. Filmlerde rayting için sex sahnelerinin öne atıldığını biliyoruz. Bu sex sahneleri cinselliğin bu kadar önemli olduğu bir toplumda insanları tahrik etmesi normal. Tabii bunkonuyu derken Hadise gibi şarkıcıları da es geçmemek gerekiyor. Hadi deli oğlan gel belime dolan ....

Tabii din fetvacılarını da unutmamak gerekiyor. Bence aşırı dinci kesimin cinsellikle alakalı yaptığı saçma sapan sözler örneğin "hamileler dışarda gezmesin tahrik oluyoruz". Dinin insanlar üzerinde yaptığı baskı örneğin kadınlara bakmayın haramdır. bu söz dini anlamda doğru olsa da bu söz erkeklerde baskı yapıyor olabilir ve yasağın insanları cezbedişi.


Neden bir insan tecavüz eder?


Buna bir sebep bulamıyorum her ne sebeple yapılmışsa da hoş görülemez ama tecavüzün bir sapıksal olarak cinnet olarak düşünürsek şunu bir sebep olarak gösterebilirim: TV ve internet tabi burada başı çeken sosyal medya insanlara uç noktaları gösteriyor asla ortaları göstermiyor ve insanlar tatmin olamıyor.Eski ile kıyasladığımızda ulaşabileceğiniz meslek kısıtlıydı değirmende un elesiniz bile bu sizin için yeterliydi ya da köyünüzdeki kızlar sizin için çok güzeldi ama şimdi bu böyle değil yani güzel kavramı bile değişti. Yeni yaşamda insanların medyadan gördükleri ulaşamadıkları lüks bir hayat, ulaşamayacakları güzel kadınlar ve..... Birşeye rahatlıkla ulaşamazsanız ve o anınız akli dengeniz konusunda sıkıntılı bir ansa o şeyi zorla alırsınız.

İkinci sebep ise cinsel organını kontrol edememek.Yukarıda yazdığım bir çok nedenden dolayı sapıksal ruhlu kişiler cinsel organını kontrol edemiyor.

Teşekkür



Sözlerime son verirken Özgecan Aslan tecavüzünden sonra seslerini olabildikleri şekilde çıkardıkları için ve biz erkeklere biz napıyoruz lan dedirttikleri için tüm TÜRK KADINLARINA teşekkür ediyorum. İnşallah bu son tecavüz olur...

29 Mart 2014 Cumartesi

Seçim Saçmalığı

Uzun zamandır birşey yazmıyordum ve ülkenin her ferdinde olduğu gibi beni de saran bu illet seçim gerginliği beni sözümden vazcayırdı ve blogumda siyasi bir konu yazmaya karar verdim...
Yarın milletin büyük bir çoğunluğu sandık başına gidiyor umarım sandığa giden kişiler ve boş oyların fazla olduğu bir seçim olur. Tabii bunu dedikten sonra Türkiye'nin insanları kandırması için kurulmuş bir sözden bahsetmekten söz etmek istiyorum "Seçimlere katılmak vatandaşlık görevidir". Çok aciz bir söz olarak görüyorum çünkü bu sözde herhangi bir partiyi ya da kişiyi seçmek vatana ülkeye yararlı birşeymiş gibi gösterilmeye çalışılıp oy vermek istemeyen ya da bu konu da kararsız kişilerin zorla sandığa gönderilmesi amaçlanıyor. Evet! Oy kullanmak bir ülke için faydalı birşeydir. Ancak Türkiye için değildir.Çünkü insanların bu kadar sapkın olduğu bir toplumda seçime gerek olmadığını düşünüyorum. Çünkü insanlar fikirlerini kolay kolay değiştiremiyorlar. Neden?? Çünkü partiler bir kültüre göre oy almaya çalışıyorlar ve buna göre şekil alıyorlar.Hiç duydunuz mu herhangi bir parti başkanından biz burada bunu yapacağız. Duymadınız duyamazsınız. Çünkü onların tek amaçları var karşı partiyi kötümseyerek oy almak. Ama bunları yaparken insanlar ayrışıyor. Çünkü daha önceden dediğim gibi insanlar kültüre göre parti seçiyor ve insanların kabul gördüğü partiye gelen her laf onlar için artık bir kültür meselesi hatta kültürüne küfür olmaktadır. Hee tabii şunu da demek lazım insanlar sapkın ve sadece kendi tuttukları partilerin yaptıkları hoşlarına gidiyor diğerlerinin ne yaptıkları umurlarında bile olmuyor hatta onlar ne kadar doğru bir şey yapsa da kötü birşey oluyor.
Gelgelelim particilik anlayışına. Yarınki seçim belediye başkanlığı seçimi ancak çok ilginçtir ki parti başkanları il il dolaşıyor. Merak ediyorum herhangi bir parti başkanları belediye başkanlarının işini mi yapmaya çalışıyor.
Örneğin İzmit'in belediyesel sorunlarını mı çözmeye çalışıyor. Bunun cevabı bellidir. Hayır çözmeye çalışmıyor sadece bir sonraki genel seçimler için halka şerbet veriyorlar.
Şunu da demeden geçemeyeceğim belediye seçimlerinde kişiye oy verilmediği gibi genel seçimlerde de verilmiyor ne yazıkki kişilerin değil sadece tek kişi önemli. Hatta o tek kişiler o kadar önemliki mecliste parti üyeleri onun sözünün dışına çıkamıyor. Eğer çıkarsa partiden ihraç ediliyor. Eee o zaman akla bir soru geliyor neden 550 tane milletvekili mecliste duruyorki 4 tane dursun her parti kabul ederse normalde olması gereken milletvekili sayısı ile kabul görülür. Böylelikle LIER milletvekillerinin sayısını ciddi derecede azaltırız.

Lafı daha fazla uzatmak istemiyorum. Umarım yarınki belediye seçimleri her belde, her ilçe, her il için kısacası Türkiye'm için hayırlısı olur ve yine umarım ki boş oyların ve bağımsızların fazla olduğu bir seçim görürüz.

Son olarak yarınki seçimde hangi partiye oy vereceğimi açıklıyım. Mührü muhtarlık seçimi haricinde elime almayacağım...

31 Ocak 2014 Cuma

Mühendislik

Mühendislik kavramı aslında tartışılması gereken ama basit cevaplarla geciştirilen bir kavramdır.Belki de bir çok mühendislik öğrencisi veya mezunu kişilere sorulduğunda tam ve aradığımız cevabı alamayız.Doğruyu söylemek gerekirse bu sorunun cevabını tam olarak ben de veremem, ancak sizlerle bu konuda okuduğum en iyi yazıyı paylaşmak istedim.


Prof.Dr. Vural ALTIN'ın, Tubitak'ın Bilim veTeknik Dergisine Ekim 2002 yılında yazdığı yazıyı dikkatlice okumanızı tavsiye ederim.

"
           Yalın haliyle insan pek de güçlü varlık değildir. Başbaşa kaldığı takdirde, tek bir vahşi kedi tarafından perişan edilebilir. Kendisi açlıktan ölecek gibi olsa ve tam o sırada önünden geçmekte olan bir geyik fenalık geçirip bayılsa, çıplak elleriyle yapabileceği pek birşey yok olmaz. Çünkü, geyiğin derisini yırtabilecek pençeleri, deriyi delip parçalayacak sivri dişleri ve güçlü çene kemikleri yoktur; Ama aklı vardır... Hayvanlar alemi ağırlıkça dünyamızdaki yaşam stokunun küçük bir kısmını oluşturur.Keza, hayvanlar alemi içinde memeliler, memeliler arasında primatlar, bu sonuncular içerisinde de, insanlar devede kulak gibidirler. İnsan buna rağmen, yeryüzünde en etkin varlıktır: aklı sayesinde. Yeryüzündeki her türlü iklimde yaşayabilir. Çünkü çevre koşullarını kendi ihtiyaçlarına göre şekillendirebilir. Ve zaaflarını, alet yaparak giderir. Olmayan pençelerinin yerine ok ve mızrak, keskin dişler yerine bıçak: Aklını kullanarak  Minik şeyleri görmek istediği zaman mikroskop, uzakları görmek istediği zaman dürbün ve teleskop yapar. Uzağı duyamadığı için radyoyu, telefonu; görebilmek için televizyonu keşfeder. Hızlı koşamadığından otomobil, uçamadığı için uçak ve roket yapar. Bu macerasında aceleci, hırslı ve meraklıdır: Daha hızlı, dahay büyük, daha küçük. Hızlı üretmek istediğinde, robot yapıp devreye sokar. Ya da hesap işlerinde sıkılınca hesap makinesi .. Maddenin kendini anlamak üzere harekete geçmiş hali gibidir; akla bürünmüş...  Bu niteliği ile kendini yalnız hisseder. Zaten ait olduğu bütünün parçası olduğunu daha güçlü olarak hissedebilmenin arayışı içerisindedir. ve bireysel yalnızlığını kırdığında internet doğar. Tür olarak yalnızlığını kırmak istediğinde de gökadalara bakar: " Acaba orada akıl varmı" diye...                                                                   "

Yazının gerisini size bırakıyorum....




Bu yazı Tubitak Yayınlarının Bilim ve Teknik dergisinin Ekim 2002  tarihli yayınından alıntılar içermektedir.

20 Ekim 2013 Pazar

Bilim - Din İlişkisi

Eğitim öğretim yılının başlaması ile birlikte ufak tefek yoğunluklardan dolayı yazılarıma ara vermek zorunda kaldım.Umarım bu yazıyla o arayı kapatmış olurum.

Bugün sizlere bilim ve din ilişkisini anlatmaya çalışacağım. Bilim ile din kelimelerini bir arada kullanınca akla önce Darwin geliyor. Ancak ben bu yazımda bu konuya fazla değinmek istemiyorum dolayısıyla farklı bir bakış açısı ile bu konuyu ele almaya çalışacağım.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir hangi dinden olursa olsun geçmişte din adamları ya da dinine aşırı derecede bağlı olan kişiler bilimle uğraşmış ve bilime ciddi derecede katkı sağlamışlardır.

Ancak günümüzde din ve bilim Darwin teoreminden sebep birbirine karşı iki felsefe gibi duruyor. Aslında bence  din ve bilim birbirleriyle kıyaslanamayacak iki felsefedir. Çünkü din demek inanmak demek, bilim demek bilmek demektir.Şimdi sizlere bu son cümlemi açmak istiyorum.

İnanmak-bilmek kelimelerini kıyasladığımız zaman. Bilmek kelimesini açıklamak için şu soruyu soralım: Neyi bilirsiniz yada birşeyi bildiğinizi nasıl kabul edersiniz?Birşeyi bilmeniz için o şeyin varlığı kesin olmalıdır. Mesela "Su 100 santigrat derece de kaynar ". Siz suyun 100 santigrat derecede kaynadığını bilirsiniz buna inanmasanız da herhangi bir kişi size bunu ispatlayabilir.
Yine aynı şekilde inanmak kelimesini açıklamak için : Neye inanırsınız ya da bir şeye inanmanız için ne gereklidir sorusuna cevap verelim. Bir şeye inanmanız için o şeyin varlığını kesin bilmeniz gerekmemektedir. Mesela "Allah Dünya'yı yaratmıştır". Burada Allah Dünya'yı yarattığını deneysel açıdan açıklayamazsanız ama siz buna inanırsınız. Bir başka deyişle inancınız sizin açıklayamadığınız boşlukları kapatmanız içindir.


İnanmak ve bilmek kelimelerini ve dolaylı yönden din ve bilimi açıkladıktan sonra şimdi dindeki tabi İslam dinindeki bilime bakışı ele alalım. Bilim ya da eğitim muhabbeti açıldığı zaman Kuran-ı Kerim'in ilk ayetleri olan "Oku" ayeti İslam dininin bilime bakış açısını gösterilir.

Bilimin en büyük kaynağı şukuktur(şüphe). Peki İslam şüpheye karşı nasıl bakıyor: “Bir zamanlar İbrahim de; ‘Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!’ demişti. Allah: “İnanmadın mı ki?” diye buyurdu. İbrahim: “İnandım fakat kalbim iyice yatışsın diye istiyorum .” dedi. ( Bakara 260)

Verilebilinecek bir başka örnek ise el-Cahız'dır. El-Cahız metodik şüphenin alimler için en önemli yol olduğunu söyler ve derki:“Kuşku yerlerini ve kuşkuyu icap ettiren halleri öğren; ta ki yakîn yerlerini ve yakîn icap ettiren halleri bilesin. Kuşkulu şeylerdeki kuşkuyu öğrenmek bilgidir. Bundan tevakkuf (kararsızlık) ve tesebbüt ( doğrudan emin olma) dışında bir şey öğrenilmese bile bunlar da zaten ihtiyaç duyulan şeylerdendir. Öncesinde kuşku bulunmayan bir yakîn yoktur. Bir inançtan diğer bir inanca geçen hiç kimse yoktur ki ikisi arasında kuşku hali yaşamamış olsun.

Bu konuyu anlatırken Farabi'yi, İbni Sina'yı, Ali Kuşçu'yu, Mimar Sinan'ı, El Buruni'yi, Kindi'yi, Battani'yi, Razi'yi, Sabit bin Kurra'yı, Nurettin Batruci'yi ele almadan olmaz ancak konunun çok fazla uzamaması ve konuyu daha genel olarak ilişkilendirmek için bunlara şuanlık değinemeyeceğim.

Tabi herşey güzel tamam da neden İslam dininde bilim yavaşladı?

Sebeplerden biri matbaanın reddidir. Peki neden matbaa reddedildi bunu incelemek gerekir. Çünkü matbaa da  Arap harfleri yazma sıkıntısı vardı hatta şunu söylemek gerekirki Kuran-ı Kerim'in  matbaa da ilk kopyası şuan Venedik'tedir. Ancak bu Kuran-ı Kerim yazılırken matbaada Arapça bilen kişilerin olmadığı tahmin edilir çünkü çok fazla yazım hatası hatta anlam hatası vardır ki Müslümanlar bunu kabul etmez ve bu Kuran'ın diğer örnekleri imha edilir. Şuan bu yanlış Kuran'dan sadece tek bir tane vardır.

Bir başka sebep ise 1258 de Moğolların Bağdat'ı işgal etmesidir. Bu işgal İslam-bilim ilişkisi açısından çok önemlidir. Çünkü Moğollar burada çok fazla sayıda kitabı imha etmişlerdir. Hatta söylenirki imha ettikleri kitapların mürekkepleriyle Fırat ve Dicle nehirlerinin suları günlerce siyah aktı. Tabii 2003 Amerika işgalinde de önemli belgelerin yok olmasını da unutmamak gerekir.

Sebeplerden bir değeri ise bilimin parayı takip etmesi olayıdır. Hangi ülkenin parası varsa o ülke bilim adamlarını yanına alarak ve gerekli desteği sağlayarak bilimi ilerletir.

Ancak bana göre bu sebeplerin hiçbiri günümüzdeki Din Bilim ilişkisini açıklamıyor. Bana göre Türkiye' de insanlar dini konulara şüphe ile bakmaktan korkuyorlar ve herhangi bir sorun olduğunda ya kestirip atıyor veya içinde herhangi bir şüphe varsa kitap ya da belge karıştırmaktansa telefonla hocalara soru sormayı tercih ediyorlar. Ya da şöyle ifade edeyim "sus hocadan daha mı iyi bilecen" anlayışı var. Bu da insanları araştırmaktan ve düşünmekten korkutuyor.

Kısacası kendi dinini araştırmadan  direkt kabul eden toplumdan bilimi araştırmasını beklemek yanlış olur dolayısıyla da böyle bir toplumda din bilim ilişkisinden bahsedilemez.



15 Eylül 2013 Pazar

Türkiye'de Meslek seçimi

Türkiye'de işsizlik ciddi bir sorun ve bu sorun insanların yanlış meslek seçimine sebep olmaktadır biz de bunları düşünerek sizlere meslek seçimi hakkında ufak bir yazı yazmak istedik.




İncelediğimiz zaman Türkiye' de  insanlar çağın gerekliliğine, maddi kaygılar, aile mesleğine göre meslek seçimini yapıyorlar. Tabii bunların yanında  mesleğe artık giriyim de ne olursa olsun anlayışı da var.

İleride hangi işte çalışacağını eğer meslek lisesine gitmemişse bir kişi ilk önce üniversiteye giriş sınavları sonucu seçtiği bölümle meslek seçiminin ilk adımlarını atmaktadır. Ancak eğer istediğiniz bir bölüm olmazsa aldığınız puan sizi istediğiniz bölüme itmektedir.

Doğruyu söylemek gerekirse yukarıdaki seçim tarzlarını incelediğimde ben üniversiteyi seçerken maddi kaygılara göre seçtim. Hatta mekatronik  mühendisliğini seçenlerin tamamına yakını bu bölümü maddi kaygılardan sebep seçmiştir. Zaten adını bilmediğiniz bir bölümü ancak bu sebeple seçersiniz.

Eğer puanınız ideallerinize sizi ulaştıramıyorsa puanınız sizi bir bölüme sürükler. Burada da siz üniversiteyi bitirirsiniz yani  öyle ya da böyle bir şekilde biter. Ondan sonra  ya ne iş olsa yaparım deyip hayatınızı devam ettirirsiniz ya da kendi bölümünüzle alakalı olmadığı için yakınırsınız.

Yetenek ve istekler ön planda tutulmayıp gelecek açısında garantili olması nedeniyle seçilen meslekler uzun vadede mutsuzluk sebebidir.

Tabii üniversite meslek seçiminin son aşaması değildir. Üniversiteden mezun olduktan sonra yahut hiç üniversite okumadıysanız bile bir işe girerken kendi yeteneklerinizi göz önüne alıp bölümünüzle alakası olmayan bir mesleğe de adım atabilirsiniz. Burada sizin için önemli olan tatmin olabilmektir. İnsanlar mesleklerini seçerken hem maddi hem de manevi açıdan tatmin olmalıdırlar.

İnsanlar Türkiye'deki hızlı değişimden sebep mesleki yeterliliklerini yerine getirememektedir. Teknoloji çağındayız hergün yeni bir ürün ortaya çıkıyor ya da her gün farklı bir konu ile karşı karşıya kalınabiliyor. Hayat çok çabuk değişebiliyor. Bu da insanların sürekli kendisini geliştirmek zorunda olduğunun göstergesidir.

İstatistiklere göre Türkiye'de çalışan insanların %80 i mezun olduğu alanda çalışmıyor. Bu da Türkiye 'nin yetişmiş eleman sıkıntısını beraberinde getiriyor. Tabii burada irdelemek gereken iki konu var elemanı yanlış eğitmek ,  yanlış elemanı eğitmek aslında ikisi de Eğitim de büyük bir plansızlığın göstergesidir.

Umarım Türkiye' de herkes doğru bir eğitimle eğitildiği zamanları bunun yanında hem maddi hem manevi açıdan tatmin olacağı zamanları birlikte görebilmek dileğiyle Hoşçakalın....

7 Eylül 2013 Cumartesi

Türkiye'deki Sınav Sistemi

            Geçen çarşamba günü Milli Eğitim Bakanlığı liseye giriş sınavlarının tarzının yine değiştiğini açıkladı. Acaba yeni sistem gerçekten daha mı iyi bir şekilde öğrencilerin seviyesini ölçüyor ya da tam tersi bir durum mu var .

            Öncelikle şunu söyliyim ki bu yazı tamamen kendi fikirlerimi ifade etmektedir ve bu konuda isteyenlerle tartışabiliriz ve bu yazımda da olabildiğimce  gerçekçi olarak yetkilileri eleştireceğim.

            İlk eleştirilmesi gereken konu herhalde yeni sistemin okulların açılmasına 1 hafta kala açıklanması yani gerek öğrencilerin gerek velilerin gerek de öğretmenlerin yeni sistemin ne olacağını bilmeden sınava hazırlanmaya başladı ki bu o öğrenciler için yeterli bir heyecan kaynağı bunun yanında sınavın haziran da olacağını düşünen öğrenciler için artık yeni zamanları Ocak ayı bu da ayrı bir heyecan katacaktır çocuklara.

           Biraz da sayın Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı'nın iddialarını eleştirmekle devam ediyim.

          İddia 1:  Okullara alternatif olarak çıkan kurumlara ihtiyaç duyulmayacak.

          Cevabım : Evet Okullara alternatif olarak çıkan kurumlar olmayabilir. Yani dersaneler kaldırılırsa artık kurum kalmaz ancak ya özel derslerin sayısı artacaktır bu da parası olanların düdüğü çalacağı bir ortam yaratır.

          İddia 2: Sosyal, sanatsal, sportif etkinliklere daha fazla zaman ayırılabilecek.

          Benim liseye giriş zamanımda OKS denilen bir sınav vardı tek bir sınavdı ve bu sınavın tek olması sayesinde 6. ve 7. sınıflarımda yeterince dışarıda gezip tozma imkanı buldum. Ama bu yeni sistemde bunun olmasını beklemiyorum. Ayrıca çocukların sorumlu olduğu "Fen ve teknoloji, matematik, Türkçe, din kültürü , yabancı dil gibi derslerin arasında sanatsal ve sportif dersler yok. 
     
         İddia 3: Yeni hiçbir sınav getirmiyoruz.Çocuklar daha az stres yaşayacak.

        Belki bu sınav eskiden yapılan yazılı sınavların yerini alacak olabilir. Ama şu bir gerçekki siz OKS de LYS de neyi düşündünüz, ne zaman heyecanlandınız son sınavda yani size lazım olanı yani eski yazılı sınavlar artık öğrenciler için daha korkutucu ve daha  stresli bir ortam olacaktır.

        Bu yeni sistemde doğru işleyeceğini gördüğüm sadece iki nokta var birincisi Açık Uçlu sorular, ikincisi ise telafi şansı.

        Ama bunlarda bazı kişiler tarafından eleştirilebilir. Yani hepimiz eğitimdeki sınavları eleştirebiliriz. Ancak sıkıntı burada değildir. Sıkıntı düzgün eğitimin verilememesinden kaynaklanmaktadır.

        Bunu güncel bir örnekle açıklıyım. Ehliyet sınavlarındaki düzenlemeler yapılıyor. Bunlardan bazıları geri geriye parkı yapabilmesi, gece sürüşü, ya da bir ehliyetlinin yanında 1 yıl boyunca stajyer olarak araba sürmesi. Tamam her şey güzel bir sınav gibi düşünülse de hiç mi usta soförler kaza yapmıyor ya da 20 sene sürdükten sonra sen kaza yapmazsın diye bir kaide yok yani sınavda insanlara bilgi ya da tecrübe verilmez.

       Boşverin sınavları bilgi ve tecrübe hiçbir zaman sınavda verilmez bunun aksine sınıfta ve dışarıda normal hayatta edinilir.

27 Ağustos 2013 Salı

Türkiye'nin Otomobili

Merhaba arkadaşlar! Yaklaşık 1 haftadır yazılarıma ara vermiştim ve bu bir haftalık süreçte yazacağım konular hakkında araştırmalar yaptım. Sizlere bugün güncel bir konu hakkındaki görüşlerimi bildirmek istiyorum. Türkiye bir otomobil üretmeye karar verdi ve ben de bir mühendis adayı olarak ve otomotiv sektörü ilerde çalışmak istediğim sektörlerden biri olduğu için şu an ön plana çıkan arabaları ve olması gereken ilk arabanın nasıl olması gerektiğini  araştırdım. Ve edindiğim bilgileri sizlere aktarmak istiyorum. Umarım beğenirsiniz.


 Mevcut teknolojimiz, günlük hayatın sürdürülebilmesi için gerekli ısıtma, üretim, taşımacılık ve diğer tüm aktivitelerde temel enerji kaynağı olarak fosil kökenli yakıtlara büyük oranda bağımlıdır. Fosil kökenli yakıtların kullanımı uzun dönemde insanlık için iki açıdan tehdit oluşturacağı öngörülmektedir. İlk tehdit, sınırlı rezervlere sahip özellikle petrol ve doğal gaz gibi yakıtların azalmasına bağlı olarak artan maliyetler ve buna bağlı olarak sosyal ve ekonomik etkilerinin büyüklüğüdür. İkinci tehdit ise fosil kökenli yakıtların yakılması sonucu ortaya çıkan zararlı emisyonlar ve sera gazlarının çevre üzerine etkileridir.

Son yıllarda elektrik makinaları, bataryalar ve güç elektroniği teknolojilerindeki gelişmelere paralel elektrikli araç teknolojisinde sağlanan ilerlemeler, bu tehditlere yakın dönemde önleyici ve uzun vadede ise tamamı ile ortadan kaldıracak çözümler vaat etmektedir.


Yakıtlarına göre şuan Dünya'da 3 tip araba çeşidi var diyebiliriz.
                    1- Fosil yakıtlı araçlar
                    2- Tümü Elektrikli araçlar
                    3- Hybrid Elektrikli araçlar


Öncelikle Fosil yakıtlı araçları değerlendirelim. Şu an piyasada mevcut olan araçlar uzun mesafe menzili, konforuyla dikkat çekmektedir. Ama bundan daha fazla dikkat çeken konu ise benzinin ve dizelin ülkemizdeki fiyatı. Tabii bu ücret şu anlık pahalı dense de gelecekte daha pahalı olacaktır. Bunun sebebi başta en fazla petrol tüketen kıta olan Avrupa 'nın  bir çok rafinerinin kapatılması ve 15 - 20 sene içinde çok az petrol rafinerisi kalacağı ve şu an en fazla üretim yapan OrtaDoğu ülkelerinin de üretiminin yavaşlaması.
Ayrıca fosil yakıtların karbondioksit gazı salınımı çevreye ciddi derece de zarar vermektedir.

Tümü elektrikli araçlarda ise tüm enerjisini mevcut bataryadan alır ve bununla hareket etmekte olan bu arabalar. Hiçbir fosil yakıt yakmadığı için hiç bir emisyon açığa çıkmaz. Sadece bataryaların şarj edilmesi için gerekli olan elektriğin üretilmesinde az da olsa emisyon açığa çıkmaktadır.
Ayrıca bir bataryalı elektrikli araç yaklaşık % 46 verimle çalışmasına karşın, fosil yakıtlı araçlar %18-25 arasında çalışmaktadırlar. Ancak bu durumda elektriğin santrallerde üretilmesi sırasında oluşan kayıplar da dikkate alınması gerekmektedir.
Elektrikli araçlar elektriğin ucuz olmasına karşın arabanın kendisi yurtdışında pahalıdır ama Türkiye'de elektrikli araçlar için ciddi bir vergi indirimi vardır. Yine elektriğin ucuz olmasına karşın 3-4 senede ömrü bitecek olan akülerin hem kendisi hem de bakımı pahalı olduğu için zannedildiği gibi ekonomik değildir.Elektrikli araçlar konusunda bir başka konu ise araçların şarj süresi evde kullandığımız elektrik ile 6-8 saat arasında şarj olunabilmektedir. İstasyonlarda ise yarım saat ile 1 saat arasında olması bekleniyor ama bu da ciddi derecede uzun bir zaman dilimi. Bir başka konu da ivmelenme yani hızlanma oranı azdır.

Hybrid elektrikli araçlar günümüzde Türkiye'de de satılan ve ciddi derecede beğenilen arabalardır. Özelliği ise hem petrol ile hem de elektrikle çalışabilmeleridir. Volan denilen dişli sayesinde kaybolacak enerjinin bünyesinde depolanabilmesi ve gerektiğinde bu kullanılabilmektedir. Bu sayede tümü-elektrikli araçların şarj problemlerini ve sınırlı menzil sorunlarını çözmektedir.
Ayrıca enerji kaybını en aza indirmesi özelliği ile de fosil yakıtlı araçlardan onu daha iyi yapan bir yakıtdır.


Şimdi gelelim bence Türkiye otomobil üretmeli mi , üretmeliyse nasıl olmalı sorusunun cevabına...

Mustafa Koç'un bu konudaki sözü : " Yerli otomobil üretmek ticari intihardır "  acaba bu söz doğru mu ya da Ekonomi Bakanının dediği gibi ihracatı artırmak ve ithalatı azaltmak için (cari açığı azaltmak) gerekli ve faydalı mıdır?

Öncelikle elimizde 3 çeşit yakıtlı araç tipi varsa da aslında bu yakıtları ikiye ayırabiliriz. Petrol ve Elektrik ...

Petrol mahlum neredeyse hiç üretmiyoruz. Ama elektrikte de %71 oranında dışarı bağlıyız ki 10 yıl içerisinde tüketimin elektrikli araç kullanmasak bile  iki katından daha fazlasına çıkacağı düşünürsek bu oranın acilen düşürülmesi gerektiği göze çarpıyor Bu da herhalde kısa sürede Nükleer Enerji Santralinin açılması gerektiğini doğuruyor ne kadar Nükleer'e karşı ön yargılarım olsa da ...

Ayrıca  insanların eskiye nazaran otomotivi masraflarından dolayı birinci isteklerinin dışına atılması. 40 bin liraya aldığınız bir arabayı 3 sene sonra maksimum 25 bin liraya satılması ve bunun dışında yapacağınız kasko ve ekstra bakım ücretleri insanları araba kiralamaya yönlendiriyor ki  bu da gelecek yıllarda otomotiv sektörünün önünde ufak bir engel .

Bir başka konu ise pazarda yer almak. Artık tüm otomotiv sektörü belli bir kaliteyi bulmuş olsa da elektrikli araçlar konusunda daha pazar oluşmaması avantaj.Ancak yazılımı olmaması ciddi derece de zaman kaybı tabii bu geçici süreliğine başka otomotiv firmalarının yazılımları satın alınarak halledilebilecek bir mesele.

Herşeye rağmen Türkiye kendi otomobilini yapmalıdır. Çünkü Türkiye önündeki tüm engelleri çözebilecek hem bilgili, yetenekli kişilere sahip hem de üretebilecek teknolojiye sahip.



Son olarak sizlere Türkiye'de bu süreçte öncülük etmek isteyen bir firmanın arabasının videosunu izletmek istiyorum. Ben aracı dizayn olarak çok beğendim eminim siz de beğeneceksiniz.

Video linki:http://www.youtube.com/watch?v=INaaBbDbtmU